--------- >





Ladik'te ZİYARET YERLERİ

                                                Ladik'te ZİYARET YERLERİ
" Şeyh Ahmed-i Kebir büyük tekkesinde gömülüdür. Şeyhülekber'den irşad alıp sonra birine halife olmuştur. Ulu Sultan'dır. Hâlâ herkesce ziyâret edilir. İkisi de Eski Cami'de gömülüdürler. Eski Cami de 852 ( 1448 M. ) senesinde onlar yaptırmışlardır.Orhan Gazi Şeyhlerindendir. Kale altında Şeyh Ya Davut Sultan; Kora mahallesinde, Yukarı Ziyâret Hıdırlık ; hacıları karşılamaya çıktıkları yerde Yalıdede ziyâreti vardır. Merhum Gazi Tayyar Mustafa Paşa da burada, bir büyük kubbede gömülüdür."


Yine Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde şu satırlara da rastlanmaktadır "... Şeyh Seyyid Ahmed Kebir Rufâî: Orhan (Gazi) şeyhlerindendir.Ulu sultandır. Amasya'nın Ladik şehrinde Ulu Camide gömülüdür.

Vefat tarihi 752'dir.( 1351 M.)


" Şeyh Hasan Rifaî: Orhan Gazi buna inanırdı.Şeyh Ahmed Kebir Rifaî'nin amcası oğludur. Tokat'ta Sünbüllü Baba'ya yakın bir yerde gömülüdür" (5).


Amasya Tarihi'ni yazan Abdi-zade Hüseyin Hüsameddin (Abdi Yasar) ise, adı geçen eserinde Ladik hakkında şöyle demektedir:


"... Bu kasabanın içinde ve çevresinde oturan Türk aşiretlerinden Doğanlı oymağının Beyi Selvi Bey, Melîk Ahmed Danişmend-i Gazi'nin damadıdır. Melîk Ahmed Gazi'nin kızının adının İldük Hatun ve ondan doğan Selvi Bey'in oğullarının adı da; Arslan Doğmuş ve Uluğ Beyler olduğu eskı vesikalardan anlaşılmaktadır. Niksar'da medfun olan Emir Bedreddin Şahenşah bin Arslan Doğmuş et-Toğani'nin mezar taşına ; Ladik'e bağlı Kızıloğlu ve Doğanlı gibi büyük köylere ve buralarda bulunan malikanelere dikkat edilirse, bu kasabanın adının İldük Hatun veya İldik Hatun şeklinde olduğu tahmin edilebilir."( 6 )


Hüseyin Hüsameddin'in 1911'de belirttiğine göre; "...Ladik'de 17 mahalle, 500 hane bulunmaktadır. Bunlardan, Bahş, Kova, Kilyas, Saray, Zaviye, Kızılsini ve Kösre eskiden beri mevcuttu. Kasaba yavaş yavaş genişliyerek, büyümüş; Camii Cedid, Harmanlar, Han Pınarı, Hacı Ali Pınarı, Şehreküstü, Sunullah Paşa, İskaniye, Namazgah, Taşlı Pınar ve Kilise mahalleleri ortaya çıkmıştır."


" Zaviye Mahallesi'nde bulunan camii şerif, kiliseden çevrilerek bir minare ilave edilmiştir. Camii Cedid Mahallesinde 891/( 1486)'da Vezirlerden Davut Paşa tarafından yaptırılan Camii şerif yıkılmaya yüz tutmuş olduğundan 1085/( 1674 )'de Sultan IV. Mehmed Han Hazretleri tarafından iki minare ilave edilerek yenilenmiştir. Bahşi Mahallesi'nde, Amasya Valisi Şehzade Sultan Ahmed'in annesi,( Sultan II. Beyazıd'ın eşi ) Bülbül Hatun tarafından 915 /(1509)'da Camii şerif, hamam (ve imaret) yaptırmış, vakıflarını tanzim etmiştir....


" Ladik'li Şeyhülislâm Mehmed Efendi 1112/1700 tarihinde Camii Cedid Mahallesi'nde oniki odalı bir medrese, gayet muntazam kargir bir cami, bedesten ve taşhan yaptırmış ; 1117/ 1705 senesinde, bu bedesten ve hanı, medrese ve Camii Şerif'i vakfetmiştir. Bahşi Mahallesindeki dokuz odalı ahşap medrese, Hızır Paşa tarafından yaptırılmış olup vakıfları vardır. Yakın zamanda, Zaviye Mahallesi'nde beş odalı bir medrese yapılmıştır.


" Bu dinî yapılar ve ilim müesseselerinden başka, Mes'ud Bey, Sun'ullah Paşa, Polat Bey, Emir Ahmed Çelebi ve Hacı Yunus tarafından yaptırılmış birer mescid ve Camii şerif, bir Rüşdiye mektebi, bir ibtidai mektebi ve bir kız mektebi bulunmaktadır. 1323/(1905)'de Çerkes Karabey-zade Ömer Bey de Saray Mahallesi'nde güzel bir hamam inşa ettirmiştir. Ladik kasabasını, halkın ziyâret mahalli haline getiren, Rufâîyye Tekkesi kurucusu es-Seyyid es-Şeyh Ahmed Kebir-i Rufâî'nin türbesi pek meşhurdur. Türbenin vakıfları, imârethanesi ve tekkesi var idi. Kasaba yakınlarındaki Bali Baba Tekkesi de meşhur bir ziyâret yeridir.


" Bu kasabada, tarihte meşhur olan dört sülâle çıkmıştır. Bunlardan birincisi Danişmend ve Selçuklu emirlerinden Doğanlı Selvi Bey Sülalesidir. Bu sülaleden çıkmış emirlerin her biri çok meşhur idi. İkincisi Kubad Sülalesidir. Bu da Selçuklu sülâlesidir. Kubad Oğulları, Osmanlılar'da da meşhurdur. Üçüncüsü (sülale) Çelebi Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin emirlerinden Yeni Bey adıyla anılan sülaledir. Yeni Bey Oğulları ekseriyetle emir oldukları için pek meşhur olmuşlardır. Dördüncüsü ( sülale) Seyyid Ahmed Kebir-i Rufaî Hazretleri'nin sülâlesidir. Bu zatın oğulları ve torunları Anadolu ve Arabistan'da yayılıp çoğalmışlardır. Bu sülaleden de emir olanlar vardır.


" Sadrazam Tayyar Paşa, Yeni Bey Sülalesinden olup, Babası Mustafa Paşa vezirlerdendir. Tayyar Paşa'nın oğulları Mustafa Paşa, Ahmed Paşa ve Hüseyin Paşa'lar da Ladik kasabasından çıkmış vezirlerdendir. Bunlardan başka, Şeyhülislâm Mehmed Efendi ile Sultan'ın imami Ali Efendi, Hasan Efendi ve Emir Mustafa Efendiler Ladik Kasabasından çıkmış meşhurlardandır. Yeniçeri Ağası ve Vazirlerden olan Çalık Ahmed Paşa ise, bu kasabaya bağlı Saray nahiyesindendir....
" Ladik kasabası, Selçuklu Sultanı Mes'ud tarafından imâr edilerek yenılettirilmiş ; ideresini de Kızoğullarına vermiştir. Daha sonra Kubadoğulları'nın idaresinde kalan bu kasaba, bu sırada Amasya, Osmanlı saltanatının himayesine girince, Osmanlı beldesi haline gelmiştir. Osmanlılar zamanında Çelebi Sultan Mehmed ile Sultan II. Beyazıd-ı Veli ve bunların şehzadelerinin valilikleri sırasında yazlık saray, Ladik kasabasında bulunuyordu.


"...Ahmed Saray'da, Seyyid Ahmed Kebir-i Rufâî'nin evladından esSeyyid Zeynelabidin Rufâî'nin tekkesi ve kargir camii vardır.Ayrıca burada bir ibtida mektebi, Diyadin Köyü'nde, Zeyneddin Samud Baba tarafından yaptırılmış Samud Tekkesi ve Salur Köyü'nde Hacı Nebî Tekkesi bulunmaktadır.
SEYYİD AHMED-İ KEBİR EL-RUFAİ. Asıl Seyyid Ahmed Rufâî, 1118 senesinde Basra şehrinde dünyaya
gelmiş olup babası Seyyid Ali bin Yahya'dır. Seyyid Ahmed-i Kebir yedi yaşında iken babası vefat etmiştir. Dayısı Mensur Betaihi,Seyyid Ahmed'i büyük bir ihtimamla büyüterek , meşhur hocalardan ders aldırmış, iyi bir ilim tahsil ettirmiştir. Beni Rufae kabilesine mensup olduğu için Rıfaî diye anılmıştır.(7)


Yedi yaşında Kuran-ı Kerim'i ezberleyen Seyyid Ahmed'de hocası Abdülmelik Harnuti şu vasiyetini bildirdi: " Ya Ahmed ! Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakikate kavuşamaz. Şüpheden kurtulamayanın, dünyevi düşüncesinin , nefsi arzularının peşinde olanın; felâha, hidâyete kavuşması düşünülemez. Bir kimse, kendi kusurunu, noksanını bilmiyorsa, onun bütün zamanı da noksan geçer." Bunları hemen ezberleyen ve bir yıl bu usullere riayet eden Seyyid Ahmed, bir yıl sonra hocasını ziyârete gidip, nasihatleri istediğinde hocası " Hakiki alimleri, evliyayı tanıyamamak çok kötüdür. Tabibin hasta olması ne fena, akıllı kimsenin cahil kalması ne kötüdür " demiştir.


Seyyid Ahmed Rıfaî, daha çocukken bir grup evliyanın yanından geçiyordu. Hepsi kendisine bakıyorlardı. Birisi " Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah, bu mubarek ağaç ( çocuk) büyümeye başladı" dedi. İkincisi " Biraz sonra dallanır"; Üçüncüsü " Kısa zamanda gölgesi etrafını doldurur "; Dördüncüsü " Çok geçmeden meyva verir ve ay gibi etrafa ışıklarını salar ";Beşincisi " Yakında,insanlar onun kerametlerini, fevkalade hallerini görürler. O insanların hacetlerini ( ihtiyaçlarını) istediği kimse olur " Altıncısı " Pek kısa zamanda şanı pek yücelir " ; Yedincisi " Onun talebeleri pek fazla olur" dediler.


Gavs-ül-Aktab mertebesine erişen Seyyid Ahmed-i Kebir Rıfaî sülalesi soy ağacı literetürde şöyle belirtilir : Ahmed bin Sultan Ali bin Yahya bin Sabid bin Ebü'l-Fevaris Hazım Ali bin Ahmed Murteza bin Ali İşbili bin Rufae Hasan bin Mehdi bin Muhammed bin Hasen bin Ahmed Salih bin Musa bin İbrahim Murteza bin Musa Kazım bin Ca'fer-i Sadık bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin Hüseyn bin Ali bin Ebi Talib'dir. Anne tarafından nesebi Hz. Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-elEnsari'ye dayanır. Kendisine " Ebü'l- Alemeyn" ( iki sancak sahibi) künyesi verilmiştir. Ayrıca kendisine " Ebü'l Abbas " da denir. Sebebi ise ; nesebinin Hz. Fatıma Validemiz sebebiyle Peygamber Efendimize ve " Mihmandar-ı Resulullah " olan Hz. Halid bin Zeyd'e dayanmasıdır.


O devrin islam alimleri Vasıt şehrine daha çok uğruyorlardı. Diğer dayısı Ebu Bekr el- Ensari el- Vasıti de bu şehirde idi. Bu sebebten dayısı O'nu Vasıt şehrine gönderdi. Aliyyül Kari Vasıti Hazretlerinden ve dayısından dersler aldı. Tasavvufta zamanın bir tanesi oldu. 23 Eylül 1182 tarihinde ebedî âleme göç etti.


Seyyid Ahmed er-Rifaî'nin ilk eşi Hatice binti Ebu Bekir el-Vasıtî en-Neccarî'den iki kızı dünyaya gelmiş olup isimleri Fatma ve Zehra'dır. kızı Fatma'dan İbrahim el-A'zeb (öl.1212) ve ahmed el-Ahdar (öl.1247) adlı iki büyük sufî yetişmiştir. Diğer kızı Zeynep'den ise; iki kız, altı erkek torunu olmuştur. Bunlardan İzzeddin Ahmed es-Sayyâd ( öl.1271) Rıfaiyye tarikatı'nın Sayyâd kolunun kurucusudur. Seyyid Ahmed Rıfaî'nin ilk eşi Hatice Hatun'un ölümünden sonra, Rabia Hatun ile evlenmiş ve Salih isminde biroğulları dünyaya gelmiş ise de, Salih evlenmeden vefat etmiştir.( 8 ) Dolayısıyla Seyyid Ahmed-i Kebir erRıfaî'nin erkek çocuğundan nesebi gelmediğini öğreniyoruz.


Rıfaî Tarikatının kurucusu Seyyid Ahmed-i Kebir el-Rıfaî'nin büyük bir ihtimalle torunlarından veya halifelerinden-dervişlerinden veya müridlerinden es Seyyid Ahmed-i Kebir Rıfaî, tarikatını yaymak amacı ile, o devrin ilim merkezlerinden biri Amasya'ya geldi. Tekke ve zaviyesini kurdu. Büyük bir topluluğu kendisine bağladı. O tarihlerde Amasya'da üç Ahmedi bulunmaktaydı.Bu sebebten bazı karışıklıklar vuku buldu ise de, şair, alim, fazıl, keramet ehli Seyyid Ahmed Kebir Rıfai bellidir. Bazı tarihciler, Bağdad- Vasıt şehri yakınlarındaki dedesinin türbesine gömülen, tarikatın kurucusu Seyyid Ahmed Kebir Rıfai'den konumuz olan Ladik'de medfun Seyyid Ahmed Kebir-i ayırmak için O'na Küçek ( küçük) Seyyid Ahmed Rıfai de demektedirler.

Ladik'te bulunan türbesi kapısı üzerindeki I.Abdülhâmid Devrindeki yenilene kitâbesine göre Irak'ta bulunan Seyyid Ahmed'in oğlu, Seyyid Ahmed Geylâni'nin neslinden olduğu anlaşılmaktadır. Aziz dostumuz, M. Dursun Kaya tarafından okunan kitâbe metni aynen şöyledir:

 

Evliyâ-i tac-ü tahtın kutbi Şah Abdülhâmid

Kim ana olmak diler İskender-i Dar'a mürîd

Hem anın baş Çuhadâr-ı Seyyid Abdullah Ağa Hazret-i Nuri Efendi zâde ol merd-i resid Gavs-ı Azam Şeyh Abdülkâdir-î dir neslî hem Seyyid Ahmed Hâle olmuştur nesebe ol hafid Şimdi anın türbesin himmetle tecdid eyledi Beyti mâmur oldu dersem de saf-ı nur-u Ahmed Hak Teâlâ hürömeti için ol velî... nin Hazret-i Şah-ı cihânın ömrünü kılsın mezid Hâle muhtac oldu mahza kali birle eyleme
Bu mücedded türbenin seridesin küfdesin ?


Dehina üryan-ı sevb kaale yaz tarihini Seyyid Ahmed Hâle gel bu türbedir leys-i cedid

1045 H. ?/ 1635 M.

 

Ahmed Eflâki'nin Ariflerin Menkıbeleri adlı eserinde , Seyyid Ahmed Kuçek Rıfaî hakkında şöyle bir hikâye yer almaktadır ( 9 ):



" H i k â y e - Yine naklonlunur ki : Abdal'ın ve Ahrar'ın özü, Seyyid Ahmed Kuçek Rufa'i ( Tanrı ruhunu rahatlandırsın) bir gün Amasya şehrinde, Çelebi hazretlerini ziyârete gelmişti. Aralarında hadsizhesapsız latifeler ve ilahi bilgiler anlatıldıktan sonra Seyyid Ahmed'e mensup olanlardan ( Ahmedîyan- Ahmedîler ) bir cemaat içeri girdi ve ellerinde büyük bir kabak olduğu halde okumağa başladılar ve sema'a katıldılar. Semada çok heyecanlar gösterip deliliklerde bulundular. Seyyid Ahmed, özür dileme makamında : " Ariflerin Sultanı ve sultanların Arifleri ma'zur görsün; Zira bizim deliler çok zamanlar böyle kabak sesiyle sema ederler" dedi. Çelebi hazretleri de" Çok güzel, dervişlerin yaptıkları bütün işler hoş görülür ve sevilir, fakat şurası gariptir ki, sizin müridler boş kabakla raksediyor, bizim dostlar ise, dolu kabakla sema yapıyorlar. Bu sema ile o sema arasında büyük bir fark var" buyurdu. Bunun üzerine Seyyid Ahmed, iyi bir at ve bir Mısır elbisesi hediye edip mürid oldu. Çelebi hazretleri de sırtındaki elbiseleri Seyyid Ahmed'e giydirdi, arkadaş ve kardeş oldular..."

Sultan Veled'in oğlu ve Mevlevî Tarikâtinin 4. Postnişini olan Ulu Arif Çelebi, yani Emir Arif-i Kebir; ömrünün büyük bir kısmını seyahatle geçirmiş,Larende ( Karaman),Beyşehir, Akşehir, Karahisar, Amasya, Niğde, Sivas,Tokat, Birgi,Denizli, Menteşe,Alaiye, Antalya, Bayburt, Erzurum,Irak, Tebriz gibi şehirleri dolaşmış, mevlevî Derğahları kurmuştur. Fütüvvet ehli olan Ulu Arif Çelebi, devrinin büyükleri ile iyi geçinmiş, fakat diğer tarikâtları gereğince hoş karşılamamıştır. Zira Mevlevi tarikatı yeni kurulmuş olup yayılma devresindedir. Ulu Arif Çelebi, 1320 tarihinde vefât etmiştir.


Yukarıda zikredilen hikayeden anlaşıldığına göre Seyyid Ahmed Kuçek Rıfai, Amasya'da Ulu Arif Çelebi ile görüştüğü kesin olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak Eflaki'nin zikrettiği gibi, Seyyid Ahmed Rıfai'nin, mevlevi tarikatına girdiği söylenemez. İki tarikat Pirinin birbirlerine karşı hoşgörü,tolerans ve muhabbetlerini,iki tarikatında, insanları olgunlaştırmak amacında olduklarını, ikisininde aynı amaca hizmet ettiklerini yansıtır. Bununla birlikte islâm tasavvufuna göre, kutup mertebesine erişen zatların, her tarıkatın mensubu olması gayet tabiidir. Seyyid Ahmed-i Kebir'in mevleviliği tanıdığı,kardeş tarikat olarak kabul ettiği manasını çıkarmak yerindedir.


Diğer taraftan,Seydi Tacüddin ibni Seydi Ahmed er-Rıfaî'nin bir grup dervişi ile birlikte Konya'ya geldiği ve Celaleddin Karatay Medresesi'nde ateş, şiş ve gürzlerle bir gösteri yaptığı (10) , Mevlana'nın kızı Kira Hatun'un bu zikir şeklini çok beğendiği, Hz. Mevlana ile çağdaş olabileceği de ihtimaller arasındadır. Bu durumda , Tacüddin Seyyid Ahmed-i Kebir, hem Hz. Mevlâna Celâleddin-i Rumî ile hem de Hz.Mevlâna'nın torunu Ulu Arif Çelebi ile de görüşmüştür. O halde bu iki zatla çağdaştır. Yaklaşık 1250 ? - 1335 ? tarihleri arasında yaşadığı söylenebilir ?. Evliya Çelebi'ye göre Orhan Gazi devrinin ulularından olup 1351'de vefat etmiştir. Bize göre bu vefat tarihi biraz geçtir. Seyyid Ahmed-i Kebir'in oğullarının yaşadığı tarihtir. Evliya Çelebi burada Seyyid Ahmed-i Kebir'i , oğulları ile karıştırmıştır.


A. Gölpınarlı tarafından yayınlanan Vilâyetname'de Baba İlyas ile çağdaş olan Dede Garkın'ın Ahmed el-Rufâî le görüştüğü (11) belirtilirse de Baba İlyas'ın 1240'da idam edilmesi dolayısıyla bu görüşme mümkün görünemiştir. Zira; Rıfaî tarikatının kurucusu Seyyid Ahmed Rufâî'nin 1182 de vafat etmiştir. Taceddin Ahmed Rıfaî ise, daha geç bir tarihde Anadolu'ya geldiği söylenebilir.
İbn Batuta, XIII. yüzyılda Anadolu'ya yaptığı seyahatte de Küçek Seyyid Ahmed-i Rufâî ile karşılaştığını yazar. İbn Batuta, Mekke'ye gelerek hac vazifesini yaptıktan sonra Medine'ye gelir. Daha sonra Meşhed-i Ali'ye uğrar. Daha sonra Basra şehrine hareket eder. Yolu üzerindeki Vasıt şehrine gelir. Vasıt şehri Seyyid Ahmed-i Kebir erRufâî'nin tahsil yaptığı şehirdir. Burada, Seyyid Ahmed Rufâî'nin bizim kanaatimize göre torunu ve bizim konumuz olan Şeyh Küçük Ahmed er-Rufâî ile karşılaşmasını şöyle bildirir : " ... Vasıt'a vardığımızda, kafile ticaret için üç gün eğleşti. Bu müddet zarfında Vasıt'dan bir günlük mesafede bulunan Ümm-i Ubeyde adı ile bilinen köydeki velîyullah Ebu Abbas Ahmed Rifai Hazretlerinin kabrini ziyâret etmek istedim. Vasıt'ın ileri gelenlerinden ve fakihlerinden Şeyh Takıyüddin bin Abdulmuhsin Vasıtî'den beni oraya götürmek üzere yanıma bir arkadaş katmasını rica ettim. Bu bölge halkından Benu Esed ileri gelenlerinden üç kişiyi refakatıme verdi ve beni kendi hayvanına bindirdi. Öğlen üzeri yola çıktım. O gece Benu Esed ileri gelenlerinden birinde misafir olduk. İkinci gün öğle vakti Rivak'a ulaştık. Burası büyük bir ribattır. İçinde binlerce derviş bulunur. ziyâretini niyet ettiğimiz velîyullah Ebu'l Abbas Ahmed-i Rufâî'nın torunu (hafidi) Şeyh Ahmed Küçek'in oraya gelişine tesadüf eyledik. Bu zat, Rum ülkesinden ( Anadolu'dan) ceddinin kabrini ziyâret maksadıyla gelmiş idi.Revak Meşihati (şeyhliği) ana müntehi oldu.İkindi namazı kılındıktan sonra tabl ve def çalınıb dervişler raksa başladılar. Akşam namazını müteakip, pirinç ekmeği, balık, süt ve hurmadan ibaret olan yemek getirildi. Halk yedikten sonra yatsıyı kıldılar. Şeyh ( Küçek ) Ahmed ( Rufâî) ceddinin seccadesine oturduğu halde dervişler zikr ve bundan sonra sema eylediler. Evvelce hazırlanmış olan yüklerle odun ateşe verildi. Dervişler raks ederek ateşin ortasına girdiler. Ateş tamamen sönünceye kadar kimi içinde yuvarlandı, kimi ateşi ağzına aldı.Bu cemaatin adeti böyledir. Taife-i Ahmediye ( Rufâîler) onunla tanınırlar. Bunlardan bazısı büyük bir yılanı alıp, başını dişleri ile sıkarak koparır ( 12 ).


İbn-i Batuta , seyahatnamesinde bugünkü Amasya ili Taşova ilçesindeki Sonusa'ya da uğramış ve özetle şu bilgileri vermiştir : "...Amasya yakınında Sonusa beldesi vardır ki, Ebu Abbas Ahmed Rıfa'i hazretlerinin evladı orada sakindir. Şeyh İzzeddin bu cümleden olup, el yevm revak şeyhi ve sahib i seccade-i Rıfa'i'dir. Biraderleri Şeyh Ali, Şeyh İbrahim ve Şeyh Yahya'dır. Bunların cümlesi, Şeyh küçük Ahmed bin Taceddin Rıfa'i'nin evladıdur. Küçük, sagir manasınadır. Bunların zaviyesine inerek diğerlerinin feyzü rüçhanlarını müşahade eyledik... (13 )


İsmet Parmaksızoğlu tercümesinde ise bu konu şu şekilde tercüme edilmiştir :"... Oradan Amasya'ya gittik.Burası da büyük bir ırmak kenarında, bağ ve bostanlarla kaplı, meyvelik ve ağaçlık güzel bir şehirdir. Irmak üzerine kurulan dolaplarla çekilen su, evleri, bostanları sular, cadde ve çarşıları geniştir. Buraya da Irak Sultanı hükmetmektedir. Tanrının velîlerinden Ahmed Rıfa'i hazretlerinin çocukları burada oturmaktadırlar. Bu tarihlerde Postnışin ve tekkenin şeyhi İzzeddin olup, kardeşleri Şeyh Ali, Şeyh İbrahim ve Şeyh Yakub ile hepsi Taceddin-i Rifai'nin oğlu Şeyh Küçük Ahmed'in çocukları bulunmaktadırlar. Biz onların tekkesine inmiştik.Bu suretle her birinin birbirine olan üstünlük ve erdemlerini gözlerimizle izlemiş olduk. " (14).



İbn-i Batuta, eserinin diğer bir sayfasında da şu bilgiyi vermektedir : "... Sonra İzmir'e hareket ettik.Burası deniz kenarında büyük bir şehirdir.Fakat büyük bir kısmı haraptır. Kale şehrin üst kesiminde bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Orada Ahmediye (Rufâî) tarikatı şeyhlerinden faziletli Şeyh Yakub Kebir zaviyesine indik. Zaviyenin dışında ise Şeyh İzzeddin ibn-i Ahmed Rufâî ile karşılaştık. Şeyh Ahmed'in refakatinde büyük şeyhlerden zade-i Ahlatı ile mollalardan yüz derviş vardı. O beldenin emiri, bunlar için çadırlar kurdurmuş, Şeyh Yakub da ziyafet çekmişti.Ben de bu ziyafette hazır bulunarak onlar ile görüştüm." (15)


Ali'nin Genel- Ahbar adlı eserinden (16) anladığımıza göre; Seyyid Ahmed Kebir Rıfai, Anadolu'ya gelip.Amasya civarında yerleşmişlerdir. Büyük keramet göstererek sahib-i hal ünvanıyla şöhret bulmuştur.1004 H. 1595 M. senesinde , yazar Amasya'da Anadolu Hazinesi veznedarı yetkilisiyken Ladik kasabasına gelerek Seyyid Ahmed Rıfai'nin mezarını ziyâret etmiştir. Yazar; Şeyhin Vakfiyesi, mezarında yazılı belge ve menkıbelerden anladığına göre,Seyyid Ahmed-i Kebir, 63 yıl ömür sürmüş, 40 yıl seyahatle ve dünya işlerinden ayrılıp ilimle meşgul olmuştur. 23 yıllık evliliği vardır. Kendisinin yaptırdığı camide gömülüdür. Caminin vakfiyesi 752 H. / 1351 M. tarihlidir. Sultan Orhan zamanına denk gelmekte olup, ölüm tarihi bilinmemektedir. Ahmed Rıfai, Şeyh Ali'nin müridi iken keramet göstermiş , on yıl yalınayak yaya olarak yedi defa hacca gitmiştir. 40x40=1600 defa lafz-ı erbainin gizli ve açık manalarına ulaşarak okumuş, ömrü boyunca 1.000 kerre Kur'an-ı Kerim'i hatmetmiştir. Kendisi Şeyh iken, Divani adlı müridinin keramet ve liyakatini anlayarak, kendi yerine halife yapmıştır.(17)

Prof.Dr. Ahmet Yaşar Ocak,Menakıb'ul-Kudsiya Fi Menasıb'ıl-Unsiya adlı makalesinde; Simdiye kadar Dede Garkın hakkında bütün bilinenler, Hacı Bektaş-ı Velî Vilayetnamesi'nde mevcut bir pasajdan ibaret olması itibarıyle, Menakıb'ul-Kudsiya'daki bu kısım, söz konusu şeyhin kimliğini biraz olsun aydınlatmaya yarayacak niteliktedir.Bu bölümde Dede Garkın'ın Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rifa'i ile olan karşılaşmaları da nakledilmektedir " derken Baba İlyas'ın, Dede Garkın'ın halifesi olarak Amasya'ya yerleşmesine değinir. Dipnotunda da; çok az tanınan ve kimliği hakkında değişik rivayetler bulunan Seyyid Ahmed-i Kebir'in bazı kaynaklarca İkinci Osmanlı Hükümdarı Sultan Orhan Beğ'in devrinde yaşamış olduğu kabul edilmektedir, demektedir.(18) İbni Batuta ile Ulu Arif Çelebi ; Şeyh seyyid Küçek Ahmed-i Rufâî'yi gödüğünü, görüştüğünü bildirdiğine göre, Ladik'de kabri bulunan Seyyid Ahmed Rufâî'nin Sultan Orhan Gazi devrinde yaşadığı kesinleşiyor.


Prof.Dr. İsmail Erünsal ile Prof.Dr. Ahmet Yaşar Ocak tarafından bir kitap halinde yayınlanan Elvan Çelebi'nin Menakıbu'l-Kudsiyye Fi Menasıbi'l-Ünsiyye adlı eserde (19) ise,daha geniş aşağıdaki bilgileri vermektedirler :


" Adı, Rifai tarikatının kurucusu olup Bağdad'da yaşamış ve 1182 tarihinde vefat etmiş bulunan Ebu'l-Abbas Ahmed b.Ali er-Rifai ile karıştırılan bu zatı, Elvan Çelebi Dede Garkın'a çağdaş göstarip onunla karıştırılmaktadır. 1595-96 yılında Amasya'da Rum Eyaleti Defterdarlığı'nda bulunan ve Ladik'deki Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rifai'ye izafe olunan türbeyi ziyâret ettiğini ve burada onun vakfiyesini ve menakıbnamesini okuduğunu bildiren Mustafa Ali, bu zatın büyük bir velî olduğunu söylemektedir. Ona göre Seyyid, Orhan Gazi zamanında Horasan'dan Anadolu'ya gelmiş ve burada bir müddet yaşadıktan sonra 63 yaşında ölmüştür; vakfiyesi 752/1352 tarihini taşımaktadır. Evliya Çelebi ise, O'nun Orhan Gazi zamanında yaşadığını doğrulayarak 752/1351'de öldüğünü söylerken, bir başka yerinde de Muhyi'd-Din Arabi (öl.1241) halifesi olduğunu yazmak suretiyle çelişkiye düşer. Hüseyin Hüsameddin de, adeti olduğu üzere kaynak göstermeksizin Seyyid'in 713/1313 tarihinde Hicaz'dan Amasya'ya gelerek Hanikah-ı Mes'udiye'ye indiğini belirtir.


"Bu durumda ortaya çıkan sonuç, Seyyid Ahmed-i Kebir Rıfai'nin Orhan Gazi zamanında yaşadığıdır. Ne var ki, Elvan Çelebi'nin bizzat kendisinin 1352'lerde hayatta olduğu hatırlanırsa, çağdaşı olan bu meşhur zatı tanımamazlıktan gelerek, Dede Garkın'a çağdaş yapmasının izahı mümkün değildir. Bu durumda söylenecek olan, Mustafa Ali, Evliya Çelebi ve belki de onlara dayanan H. Hüsameddin'in kesinlikle yanılmış olduklarıdır. Üstelik zaman itibarıyle Elvan Çelebi'nin, adı geçenlerin hepsinden daha eski olduğu unutulmamalıdır. Nitekim Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rifai'nin yaşadığı belirtilen devirde Anadolu'yu dolaşan ve bu arada Amasya'ya ve Ladik'e uğrayan ünlü seyyah İbn Batttu'da da, o sıralarda burada, Anadolu'daki bütün Rifailer'in şeyhi durumunda bulunan ve tarikatın kurucusu Ebu'l-Abbas Ahmed er-Rifai'nin soyundan gelme Şeyh İzzu'd-Din ve kardeşlerinin oturduğunu haber vermekte, Şeyh Ahmed Küçek bin Tacu'd-Din er-Rifai'nin evlatlarından sözetmektedir.
" A.Gölpınarlı Seyyid'in aslında, Amasya'da vaktiyle Ulu Arif Çelebi ile görüşen Seyyid Ahmed-i Küçek-i Rifai olması gerektiğini bildirmek suretiyle bizce gerçeğe yaklaşmaktadır. Çünkü İbn Battuda'nın şahadetine bakılacak olursa, bu zat çok daha eski devirlerde yaşamış görünmekte, fakat sülalesi mensupları hala Ladik'te bulunmaktadır.Seyyah, işte bunlarla görüştüğünü nakletmektedir. Bu sebeble kanaatimizce Elvan Çelebi'nin Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rifai adıyla zikrettiği ve Dede Garkın'la müşterek menkabesini anlattığı şahıs, büyük bir ihtimalle Seyyid Ahmed-i Küçek-i Rıfai olmalıdır. Zaten kebir lakabını müellifler, sırf bu zatla karışmaması için tarikatın kurucusu olan asıl Ahmed er-Rifai'ye, Küçek yani küçük lakabını da bu berikine ( Ladik'dekine) vermiş olmalıdırlar. Her halûkârda, Seyyid Ahmed Küçek'in, XIII. yüzyılda Anadolu'da Rifailiği temsil eden bir şeyh olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür " demektedirler Prof.Dr.İsmail Erünsal ile Prof.Dr. Ahmed Yaşar Ocak.

Bugün 2 ziyaretçi (4 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol